7 Mart 2008 Cuma

Türkiye'de kamusal mekan

KAMUSAL MEKAN NEDİR?
Kamusallık tartışması, bütün yaşamsal pratikleri ve bu pratiklerin ortaya çıkardığı ürünleri ilgilendirir. Alan ise mimarlıkta yer/boşluk gibi karşılık bulsa da ‘kamusal alan’ yalnız mekan’ı karşılayan yer e boşluğa veya mekansal bir tanıma işaret etmez. İlk olarak ‘Res publica’ olarak kullanılan kamusal kelimesi o dönemde ‘ortak fayda’ ve ‘ortak varlık’ anlamına geliyordu. (Geuss, 2003, s.51) Kamusal alan tanımı ise ilk olarak 1962 yılında yayınlanmış olan Jürgen Habermas’in “Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü: Burjuva toplumunun bir kategorisi üzerine araştırmalar” kitabında Habermas Kamusal alanı şu şekilde tanımlar; “şahısların kendilerini ilgilendiren ortak bir mesela etrafında akıl yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ve bu tartışma sonucunda ortak bir kanaati, kamuoyu oluşturdukları araç, süreç, ve mekanların tanımladığı hayat alanı”dır. Bu mekanlar kentlerin soluk noktalarıdır. Weintraub’un dörtlü modeline göre kamusal alan ‘liberal, ekonomik’ modele göre devlet, kamusal alandır. Hannah Arent’in temsil ettiği ‘cumhuriyetçi klasik’ modele göre kamusal alan aktif yurttaşlığın ve politikanın alanıyken, Philiph Aries, Richard Sennet ve Jane Jacops’a göre dramaturjik kamusal alan modelinde kamusal alan bir tür sosyallikler alanıdır. ( Dana R. Villa, 96, Cogito) Bu gruptakiler de kamusal alanı bir tür tiyatro sahnesi gibi, bir tür sembolik mekan gibi tanımlarlar. Habermas aynı zamanda endüstri devrimi sonrası kurulan ulusal ve bölgesel devletlerin modern devlet anlayışı içinde kamusal ve özelin iki ayrı kavram olarak ortaya çıkışından bahseder. (Habermas, 1962, s.70)

Tüm bunlar kamusal alana ait tanımlarken, günümüzde kamusal mekan tartışılmaktadır, kamusal mekanın kamusal alandan ayrıştığı ve iç içe geçtiği noktalar söz konusudur. Ömer Kanıpak kamusal alan kamusal mekan arasındaki farkı ve birlikteliği şu şekilde tanımlamaktadır“…Kamusal alan, modern toplumlarda bağımsız sivil kuruluşlar tarafından oluşturulan, eleştirel ve özgürleştirici ifadenin hayat bulduğu metaforik platformlar olarak görmemiz gerektiğini gördük. Kamusal mekan ise özellikle biz mimarların gözünden nispeten daha tanımlı ama yine de henüz sınırları ve potansiyelleri tam olarak belirlenmemiş bir kavram.” Deniz İncedayı ise konuyla ilgili olarak kamusal alan mekandan öte bir soyutlamadır der.(2006)
Kamusal mekan ve kamusal alan tam olarak birbirinden ayrışmaz ve hatta kamusal alan mekanı kapsar diyebiliriz. Mimarlık dünyası kamusallık, kamu, kamusal alan, kamusal mekan gibi kavramları belki de siyasal bilimler haricinde en fazla eskiten disiplindir. Konuyla ilgili olarak Ömer Kanıpak “Kamusal Mimarlıkta Muhafazakârlık” başlıklı gündem dosyasında “Kamusal mekan” ı şu şekilde tanımlamıştır. “…Kamusal alan, modern toplumlarda bağımsız sivil kuruluşlar tarafından oluşturulan, eleştirel ve özgürleştirici ifadenin hayat bulduğu metaforik platformlar olarak görmemiz gerektiğini gördük. Kamusal mekan ise özellikle biz mimarların gözünden nispeten daha tanımlı ama yine de henüz sınırları ve potansiyelleri tam olarak belirlenmemiş bir kavram.” Yine de kamusal mekân denince toplumda herhangi bir ayrım yapılmadan her bireyin kullanımı düşünülerek yapılmış açık veya kapalı mekânlar algılanır. Çoğu kez bu mekanların sahipleri ve işleticisi devlet veya yerel yöneticiler olduğu içinde (adliyeler, toplu taşıma istasyonları, okullar…vb.)yanlış bir ifade olarak bu mekanlar kamusal alan olarak adlandırılır. Bülent Tanju ise kamusal mekanı şöyle tanımlar, mesleki deformasyonla sürekli ayırma eğilimde bulunduğumuz kamusal-özel mekanların gerçekte çok daha karmaşık açıklık-kapalılık derecelerine sahip mekan/zamanlar olarak değerlendirmektedir. Sokak, meydan gibi kamusallık ile doğrudan ilintili ve konut gibi özellikle doğrudan bağlantısı olan kavramların aslında “pratikliklerle dolu bir yayılım olan mekan-zaman kavramı” onları meydana getiren “pratikliklerin tarihselliği ile dolayımlanan “açıklık-kapalılık” eşiklilerine sahiptir. Kamusal mekanın tasarımı, kullanımı ve dönüşümü ise tartışma konusudur. (B.Tanju, 2007) Tüm bu tanımlardan da anlaşıldığı üzere kamusal mekan kamusal alandan tam olarak ayrışmamakla birlikte üzerine fazlasıyla düşünülmesi gereken bir konudur. Devlete ait mekanlar gibi algılanan bu mekanların birebir kullanıcıları ise herkestir. Herkes’e ait olan bu mekanların bu denli sahiplenilmemiş ve dokunulmaz dolayısıyla ölü doğmuş bir kavram olarak belirmesi kaçınılmazdır.

TÜRKİYE’ DE KAMUSAL MEKAN

İngilizceye Public Sphere olarak çevrilen ‘Öffenlickeit’ kavramı, Türkçe’de sık sık birbiri yerine kullanılan kamusal alan ve kamusal mekanı karşılar.(Kanıpak,2007) Ancak kamusal alanın Türkçedeki karşılığını anlayabilmek için, kelimenin sözlük anlamından çok Osmalıdan bugüne gelene kadar kamusallığın nasıl yaşandığı üzerinden düşünmek gerekir. Tanyeli’nin ‘kamusal alan, özel alan’ adlı makalesinde üzerinde durduğu mesele ise Türkiye’nin 19.yy ortalarından başlayarak başka bir entellektüel, ekonomik ve kültürel karşılaşmalar yaşamasına ve kapitalist üretim dünyasıyla bütünleşmesine kadar kamusal ve özel kavram çiftine ihtiyaç duymayışıdır. Kelimelerin sözlük anlamlarını* inceleyen Tanyeli daha sonra konuyla ilgili gündelik yaşam pratiklerini örnek vererek şöyle diyor; “ Kökenleri Antik Roma’ya dek uzanan kamusal- özel kavram çiftini ve fiziksel çevre bağlamında işaret ettiği kamusal ve özel mekanlar ikililiğini neredeyse 20. Yüzyıla kadar var etmemiş olması Osmanlı ve Türk(hatta tüm batılı olmayan) kültür alanına özgü bir anomaly değil. Başka bir anlatımla burada kamusal ve özel arasında bir belirsizlik yok. Burada olmayan şey, dünyanın özel ve kamusal bileşnler halinde bir yarılmaya tabi tutuluşudur. Osmanlı dünyası toplumsal alanı da, fiziksel çevreyi de söz konusu tanım çiftinin tanımlayabileceğinden daha karşmaşık bir biçimde kavramsallaştırıyor. (Tanyeli, 2005). Bu iki kavram birbirinden ayrılmadan bir tansiyon, bir gerilim dahilinde, hep iç içe geçerek var olduklarını günümüzde de görebiliriz. Sorunsal olan ise, gündelik hayatta tam bir ayrım olarak karşılaşılmayan kamusal-özel kavram çiftinin, son günlerde ‘kamusal’ eşittir ‘devlete ait’ yanılgısıyla karşılık buluyor olmasıdır. Son günlerde yapılan turban tartışmaları da, askerin ya da devlet merciinden herhangi birinin bulunduğu her türlü yapının kamusal alan olarak algılandığı yönünde söylemlerle doludur. Meral Özbek’in konuyla ilgili ifadesi ise şu şekilde; “ Gündelik konuşmada ‘kamu’ dendiğinde hemen devlet gelir aklımıza; devlet idaresi, organları, kuruluşları, görevlileri, ya da etkinlikleri gibi şeyleri, devlete ait ya da devlet kontrolünde yürütülen resmi bir alan kastederiz, Halbuki, Habermas’ın dediği gibi, kamusal alan herşeyden once toplumsal yaşamımızda kamuoyunun içinde oluştuğu alandır.”


Osmanlıdan günümüze değişimler geçirse de genelde kamusal mekanın işleyişi, iç içe yörüngeler biçimindedir. Tanyeli ‘hücerat’ denilen tek odalı yaşama birimlerinin ortak mutfak, tuvaletlerinden, avluya, avludan sokağa, sokaktan mahalleye, doğru genişleyen, ne özel ne kamusal olan bu yaşam mekanlarını örnekleyerek, muğlak ayrımları/birleşimleri anlatır. Örneğin bir mahallenin camisi en çok o mahallenin cemaati tarafından kullanılır, bu durumda bu cami mahalleye özel midir? Yoksa her koşulda kamusal mı?. Ortak kullanılan hücerat mutfağının kamusal ya da özel oluşu yine tartışmalıdır.(Tanyeli, 2005) Hep bu tam olarak ayrışmamanın verdiği enerjiyle dükkan önlerine taşar tezgahlar, bu dinamikle cumbalı evler sokakla bütünleşir. 20. Yüzyılın başlarına kadar olan durumu yine Tanyeli’nin ifadesi ile; “…O halde burada yine bir özel-kamusal ‘dichotomy’sinden değil, mahremiyet merkezini oluşturan bir nüveden başlayarak katman katman farklı düzeylerde toplumsallaşma ve mahremiyet olanağı veren dış mekanlara doğru bir açılımdan söz edilebilir.” özetlenebilir. Ancak 19.yüzyıl sonlarına 20.yüzyıl başlarında durum değişmeye başlamış, Türkiye küreselleşme sürecine girmiş, bir çok farklı ekonomi ve kültürle karşılaşmalar, çarpışmalar başlamıştır. 1839 tanzimatla yeni bir hukuki altyapıyla mülkiyet dokunulmazlığı gelmiş ve kapitalist sisteme ayak uydurumaya çalışan metropolde yatırım amaçlı inşai etkinlikler başlamıştır. Bu değişimler katmanlı özel- kamusal muğlaklığından, ayrı iki tanım olarak kamusal ve özel den bahsetmenin yolunu açmıştır.
Kamusa-özel kavramları ile ilgili bu tür değişimleri geçirmiş olan bugünün Türkiye’si ise kamusal mekanı devlete ait mekan olarak algılar. Bu algı kamusal mekanla ilgili her türlü değişim/dönüşüm/değişmeme/dönüşmeme/yapım/yıkım gibi müdahaleler karşısında tehlikeli bir sessizlikle karşılık bulur. ‘Kamu’, ‘kamusallık’ kelimelerini sosyal bilimler kadar çok kullanan mimarlar, kamusal mekanın dönüşümüyle ilgili konularda ya tepkisiz kalırlar, ya da dönüşümle ilgili her hangi bir karar yetkisi kendilerine verildiğinde, mesleki deformasyonla ‘büyük ölçekli’ müdahale yöntemiyle konuyu ele alırlar. Devlete ait alan algısı/korkusu beraberinde sahipsizliği getirir. Buna örnek olarak Lütfü Kırdar’ın Henri Prost’a tasarlattığı Taksim meydanı ve gezi parkı verilebilir. Tekar Tanyeli’den alıntı yapmak gerekirse “Bir numaralı park, daha yapımı tamamlanmadan ‘aşındırılacaktır’ once Taksim belediye gazinosu, ardından tennis eskrim ve dağcılık klübü, sonra Hilton oteli, Sheraton(Bugün Ceylan Oteli) Oteli, Taksim belediye dükkanları ve evlendirme dairesi, Hyatt Oteli gibi yapılar, kimileri yerini aldıkları öncekilerden daha iri kütleler olarak birbirlerinin yerinde konumlanarak parkı kemirip dururlar, her geçen gün parkta yeni inşaatlar yapılmakta, geçici olan strüktürler sürekliye dönüşmekte ve alan kamusal mekan statüsünü yitirmektedir.” (Tanyeli, 2005)

Hiç yorum yok: